MERSİN İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ

Sanat, Kültür ve Eğlence

MERSİN ADININ KAYNAĞI

Anadolu kentlerinin ve bölgelerinin adları genellikle antik kökenlidir. Seleucia (Silifke), Tarzi-Tarza-(Tarsus), Kelenderis (Gilindire)gibi. Bunları kanıtlayan sikke, yazıt ve antik kaynaklar da bulunmaktadır.

Mersin adının kaynağı ve etimolojisiyle ilgili antik bir belgeye henüz ulaşılamadı. Bu nedenle Mersin adının kaynağı konusunda çeşitli iddia ve söylenceler vardır. Bu konuda yapılabilecek gerçekçi açıklamalar, elde mevcut olan belgelerle mümkündür. J.Covel'in 1893'de New York'da yayınlanan "Early Voyages and Travels in The Levant" adlı kitabında, Mersin adının ilk kez yazıldığı bir bilgiye ulaşıyoruz. Bölgeden geçen Thomas Dallam'ın (1599-1600) anılarında. Korykos'un 30 mil doğusunda "Mersina"dan sözettiği yazılıdır. Daha sonra, 1671 yılında Evliya Çelebi, Silifke tarafından gelirken Erdemoğlu (Erdemli) köyünü ve Gerendir suyunu geçtikten sonra, buraya 20-25 km uzaklıkta gecelediği Türkmen köyünün adını "Mersinoğlu" olarak yazmaktadır. 181 H.'de yöreye gelen Kaptan S.F.Beaufort, T.Daflam'dan yaklaşık 200 yıl sonra yerleşimin adını yine "Mersina" olarak yazmıştır. Daha sonra yöreye gelen gezgin ve araştırmacılar ile Osmanlı arşiv belgelerinde de "Mersin" adı görülmektedir. Bunlardan sadece W.M.Leake'nin 1824 tarihli güncel haritasında, Mersin'in bulunduğu yer Zephyrium olarak yazılıdır.

Öte yandan, sadece yörede yetişen ve Myrtus (Muit) denilen Mersin ağacı nedeni ile kentin "Mersin" adını aldığı da araştırmacılar tarafından öne sürülmektedir. Çeşitli söylenceler ve antik mitoloji bir kenara bırakılırsa, kentin adının, Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde karşılaşılan, Türkmen kökenli "Mersinoğlu" göçerlerinin, bu civarda kurdukları yerleşimin adından kaynaklanmış olduğu en uygun görüştür.

KÜLTÜR VE SANAT

DEVLET OPERA VE BALESİ

27 Ekim 1990 Gün ve 90/1098 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Mersin’de Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Kurulması kararlaştırıldı.

9 Mart - 30 Mayıs 1992 tarihleri arasında Ankara Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü’nün turne temsilleri ile seyirci potansiyeli artırıldı.

Temmuz 1992 tarihinde tüm operaların temsilcilerinden oluşturulan “Teknik Kurul”, Genel Müdür Prof. Rengim Gökmen’in başkanlığında personel sınavlarını tamamladı. MDOB 29 Ekim 1992 tarihinde kendi kadrosu ile ilk etkinliğini gerçekleştirdi. Bremen Mızıkacıları adlı çocuk müzikalini sahneledikten sonra, resmi açılışını 3 Ocak 1993 tarihinde Necati Cumalı’nın aynı adlı eserinden uyarlanan ve müziği Firengiz Alizade’ye ait olan “Boş Beşik” balesinin Dünya Prömiyerini Mersin’in Kurtuluş Günü’nde gerçekleştirerek yaptı.

Mersin Kültür Merkezi1A.png

1992-1993 sezonu temsil programını oluşturarak, ülkemizin faal sanat

yaşamındaki yerini aldı. İlerleyen yıllarda bir yandan repertuvarına yeni eserler katarken diğer yandan yerleşik temsilleri, yurt içi - yurt dışı turneleri ve eğitsel çalışmaları ile güçlü bir sanat kurumu olma yolundaki faaliyetlerini ilk günkü heyecanıyla sürdürmektedir.

Adres: Kültür Mah. Mersin Kültür Merkezi Binası, Atatürk Cad. Akdeniz / Mersin

Tel:
0324 237 91 30


MERSİN DEVLET KLASİK TÜRK MÜZİĞİ KOROSU

Klasik Türk müziğinin tanıtılması gibi Ulusal Kültürümüz açısından büyük önem arz eden ve bu konuda faaliyet gösteren Kültür ve Turizm Bakanlığı Mersin Devlet Klasik Türk Müziği Koromuz; Ekim 2008 tarihi itibariyle faaliyetine başlamıştır.


18 Mayıs 2009 tarihindeki açılış konseri ile sanatseverlere merhaba diyen Mersin Devlet Klasik Türk Müziği Korosu, Klasik Türk Müziğinin geliştirilmesi, musikimizin yozlaştırıcı müzik türlerinin etkisinden korunması, sanat değeri olan Türk Musikisi eserlerinin en üst seviyede icra edilmesi ve Klasik Türk Müziğinin tanıtılmasını ilke edinmiştir. Türkiye’ nin 8. Devlet Korosu olan Mersin Devlet Klasik Türk Müziği Korosu hem yurt dışında, hem de yurt içinde Akdeniz Bölgesinin tamamını kapsayan illerimizde; Kahramanmaraş’ tan Antalya’ ya, Isparta’ dan Burdur’ a kadar geniş bir bölgeye hitap etmektedir. Koromuz;


Periyodik konserlerimiz dışında, Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Turizm Bakanlığı arasında ki imzalanmış protokol ile çocuklarımıza kültür aktarımı mahiyetinde, eğitim konserleri vermektedir.

Tel : 0324 239 41 42

Faks : 0324 239 41 32

E-posta :klasikturkmusiki33@kulturturizm.gov.tr

Adres: Camişerif Mah. 118 Cad.No:13 (Mağazalar Karakolu Bitişiği)  - 33060 Akdeniz/MERSİN


MERSİN ÜNİVERSİTESİ GÜZEL SANATLAR FAKÜLTESİ

Mersin Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, 03 Temmuz 1992 tarih ve 3837 sayılı yasa uyarınca kurulmuş ve 1993-1994 Eğitim-Öğretim yılında Resim Bölümü Resim Anasanat Dalına 20 öğrenci alınarak eğitim-öğretime başlanmıştır. Kuruluş Yasasında yer alan bölümlerden 1994-1995 Eğitim-Öğretim yılında Heykel ve Grafik Bölümlerine, 1996-1997 Eğitim-Öğretim yılında Sahne Sanatları Bölümüne, 2000-2001 Eğitim ve Öğretim yılında ise Seramik ve Tekstil Bölümlerine öğrenci alınarak faaliyete geçirilen bölümlerin sayısı 6’ya çıkmıştır.

İletişim
Adres        : Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Çiftlikköy Kampusu 33342 Mersin
Telefon     : 0.324 361 00 01-10 -- 0.324 361 00 68
Faks          : 0.324 361 00 68
Dahili        : 5007


SANAT EVİ, GALERİLER VE SERGİ SALONLARI
  • Mersin Üniversitesi Rektörlüğü Güzel Sanatlar Galerisi – Mersin Üniversitesi Kampusu, Rektörlük Binası, Mersin
  • İçel Sanat Kulübü Müfide İlhan-Ayşe Uğural Galerisi Mücahitler Cd. Sanat Sokağı (9 Sok.), Mersin
  • İçel Sanat Kulübü Teoman Ünüsan Galerisi - Mücahitler Cd. Sanat Sokağı (9 Sok.), Mersin
  • İçel Sanat Kulübü Nevit Kodallı Salonu  - Mücahitler Cd. Sanat Sokağı (9 Sok.), Mersin
  • Mersin Ticaret ve San. Odası Sanat Galerisi - Atatürk Cad. MTSO 2. Kat, Mersin
  • Altamira Sanat Galerisi - Camişerif Mah. Sanat Sokağı No: 4 Mersin
  • Mezitli Belediyesi Sanatevi - Babil Caddesi Mezitli, Mersin
  • Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Güzel Sanatlar Galerisi- Mücahitler Cd. Sanat Sokağı, Mersin
  • Tarsus Belediyesi Mehmet Bal Sanat Galerisi - Sunay Atilla Üst Geçidi Altı Tarsus / Mersin
  • MESİAD Resim Galerisi Palmiye Mahallesi 1221 Sokak, No:11 Yenişehir-Mersin


MERSİNLİ SANATÇILAR
Edebiyat, sinema ve güzel sanatlar başta olmak üzere sanatın bir çok alanında Mersin’de önemli sanatçılar yetişmiştir.


ADI SOYADI

ALANI

A. Zeki TEOMAN

Şair/Yazar

Abdülkadir BULUT

Şair

Ahmet YEŞİL                   

Ressam

Ali F. Bilir

Şair/Yazar

Ali ŞEN

Sinema Sanatçısı

Atıf YILMAZ BATIBEKİ

Sinema Sanatçısı

Aysel PAYASLI

Şair/Yazar

Bedii DEMİRSEREN

Yazar

Behzat AY      

Yazar

Bülent AKBAŞ

Fotoğraf Sanatçısı

Bülent BEZDÜZ

Opera

Danyal TOPATAN

Sinema Sanatçısı

Doğan AKÇA

Ressam

Ekrem KAHRAMAN

Ressam

Erdinç BAKLA   

Seramik/Heykel

Ergun EVREN

Şair

Ernur TÜZÜN

Heykeltraş

Ertan AYKIN                        

Gravür Sanatçısı

Etem ÇALIŞKAN

Ressam

Ethem AYDIN

Ressam

Güngör ARIBAL  

Seramik/Resim

H. Metin ERTEM

Opera

Haldun DORMEN

Tiyatro

Haşmat AKAL                    

Ressam

Hüseyin GEZER    

Heykeltraş

Hüseyin SEVİM                    

Ressam

İlyas HALİL                           

Şair/Yazar (Uluslararası)

İpek ONGUN

Yazar

İsa ÇELİK       

Fotoğraf (Uluslararası)

İsmet BARLAS

Tiyatro Sanatçısı

Mehmet BAL                      

Ressam

Mehmet KABAŞ                     

Tasarım

Murat KODALLI            

Müzik

Mustafa ESER

Fotoğraf Sanatçısı (EFIAP)

Müfide İLHAN    

İlk Kadın Belediye Başkanı Şair/Yazar

Nevit KODALLI

Müzisyen

Nuri ABAÇ                            

Ressam

Osman ŞAHİN

Yazar

Özdemir İNCE         

Şair/Yazar

Özer KABAŞ

Ressam

Sohban KOLOĞLU

Sinemacı

Sudi ABAÇ                            

Karikatürist

Suna TANALTAY

Yazar

Suphi TEKNİKER

Tiyatro Sanatçısı

Tevfik Sırrı Gür

Vali/Mimar

Turhan OĞUZBAŞ      

Şair

Ümit Yaşar OĞUZCAN

Şair

Zahit BÜYÜKİŞLEYEN

Ressam

Karacaoğlan

Şair, Ozan

Yavuz DONAT

Gazeteci-Yazar

Orhan ŞENER

Klasik Türk Müziği Sanatçısı

Timuçin TANASLAN

Ebru Sanatçısı

Oğuz TURAN

Gazeteci-Karikatürist

HALK BİLİMİ

Mersin Folklorundan Çeşitlemeler

Malazgirt zaferinden sonra, Asya’nın Türkmen oymakları, yeni bir vatan özlemi içinde, kol kol, bölük bölük Anadolu’ya yayıldı, kendi adlarında obalar, köyler kurdular. Anadolu’da kökleşen ve büyüyen Selçuklu Devleti, Asya’dan Anadolu’ya uzun bir zaman içinde, ama kesintisiz göç eden bu Oğuz boylarını genellikle sınırlara yerleştirdi, ayrı ayrı yerleşme bölgelerine gönderdi. Mersin bu oymaklardan bolca nasibini alan yörelerden biridir. Mersin, bin yıldan daha uzun süreden beri Türklere yurt olmuş, kurtuluş mücadelesinde evlatlarını vatanına feda etmiş bir yurt köşesidir. Mersin, aynı zamanda geleneksel kültürü günümüzde bile yaşatabilen nadir yörelerimizdendir. Maddi ve maddi olmayan her türlü geleneksel kültürümüz Mersin folkloru içinde yaşamaya devam etmektedir.
Mersin, aynı zamanda kalkınmakta olan Türkiye’nin bir parçasıdır. Ülke ekonomisinde hatırı sayılır bir yeri vardır. Serbest Bölge’nin açılmasıyla da hız kazanan ticaret ve sanayi, tarım topraklarının çağdaş teknikle işlenmesiyle tarımsal verimliliğin artması Mersin’e olan nüfus akımını hızlandırmıştır. Hem sanayi, ticaret ve tarımdaki gelişmelerin yarattığı istihdam imkanları, hem de kırsal kesimden kente göçme yönündeki doğal istek Mersin’in şehir nüfusunu arttırmakta, dolayısıyla geleneksel kültür, yerini modern sanayi kültürüne bırakmaya başlamaktadır.

Mersin’in Mut’u, Anamur’u, Gülnar’ı, Silifke’si, Tarsus’u ve yakın zamanlarda ilçe olan Aydıncık, Bozyazı ve Çamlıyayla’sı; her birinde, katkısız ve katıksız folklor zenginlikleri göze çarpar. Derler ki, Kozan’ın Farsak köyünden kalkarak omzunda sazı Anadolu’yu dolaşan Karacaoğlan Ayşe, Fadime, Elif derken Mut’a gelir. Mut’ta Çukur Köylü Karacasakız’ın zülfünün tellerine takılır kalır. Ben bu vuslatı olmayan hikayeyi burada tekrarlamak istemem. Ama bugün Mut’un az ötesindeki bir tepede mutsuz Karacakızın mezarından söz ediliyorsa, bu boşuna değildir. Karacaoğlan gibi bir ozan, Mersin’e yakışır da ondan. İşte yanı başımızda Silifke, Silifke’nin keklik sekişli, yürek yakışlı oyununun bir hikayesi vardır, anlatırlar. Bir gün Silifke’nin yanı başındaki yörük obasına bir ozan gelir. Oba Beyi’nin çadırına konuk olur. Hoşbeşten sonra Bey : -Ozanım diyorsun oğul... Bizde ozan dediğin sazına keklik kondurur. Gücün varsa çal sazını, kondur kekliği, konduramazsan çek git bu obadan bir daha da ozanım deme...Aşık alır sazı eline, yaslanır bir ardıç ağacının gövdesine. Hem çalar, hem de başlar keklik gibi ötmeye... Çevrede ne kadar keklik varsa toplanır başına, kimi sazına konar, kimi omzuna... Bey bakar ki gerçek aşık, mal verir, davar verir. Mersin’in keklik konduran ozanları, keklik sekişli kızları, kızanları, omzunda saz oba oba, köy köy gezenleri..
Bu çeşit örnekleri çoğaltmak mümkündür. Halk Musikisi: Macarların dünyaca ünlü müzik adamı Bela Bartok, 1930’lu yıllarda Toroslarda, Mersin yöresinde halk musikisi ile ilgili araştırma çalışmaları yapmış, ünlü bestekarımız Ahmet Adnan Saygun da ona yardımda bulunmuştur. Bartok ülkesine döndükten sonra yaptığı çağdaş bestelerde, Türk halk musikisi motiflerinden yararlanmış ve bunu dünyaya ilan etmiştir. Alman Etnomüzikoloğu Dr.Kurt Reinhard’ın, da halk musikisi ile ilgili geniş çalışmaları vardır. Halk Oyunları: Yöre halk oyunları toplulukları, yurt dışında iştirak ettikleri yarışmalarda daima birincilik ödülünü kazanmışlar veya en kötü ihtimalle ilk üç dereceye girmeyi başarmışlardır. Yurt dışındaki halk oyunları yarışmalarında, yabancıların başını döndüren oyunlarımızın başında Silifke Halk Oyunları gelmektedir. Halk edebiyatı: İncelikte yüksek kültürün mahsulü olan divan edebiyatımızın seviyesine çoktan varmıştır. Bir Yahya Kemal'i alıyorsunuz : Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın, diyor; Bu şiirde varılabilecek bir seviyedir ama ne diyor bölgemiz aşıklarından Aşık İrfani: Uz bas kunduranı yer incinmesin, Tara zülüflerini bel incinmesin.. Aşık İrfani ile diğeri arasında 100 yıla yakın fark vardır. Karacaoğlan’da başka güzellikler görürüz: Bir güzel düşünün, bir bahçeye giriyor. O kadar güzel ki, o bahçenin içerisinde gül “en güzel benim” diyor. Kasıntı halinde, menevşe aynı şekilde: Salınıp bahçeye girdi Hep çiçekler selam durdu Mor menevşe boyun eğdi Gül kızardı hicabından Gülün kasıntısını bile ayıplıyor. Bir başka sevgi kıskançlık: Bulut bulut üstüne Bulut yağmur üstüne Bulut Al1ah'ını seversen Yağma yarin üstüne O yana bu yana bakma Beni ateşlere yakma Elini koynuna sokma Seni senden kıskanırım Halk şiirinin inceliğine girdiğimiz zaman güzelliklerin en mükemmelini bulmaktayız. Atasözlerimizde hayat gerçeği yatar. Sadece Mut yöresinden derlenmiş deyişat örneği şöyledir: Yağmur gönenine ekilen darıdan Gün dönümünden sonra oğul veren arıdan Kocasından sonra kalkan karıdan hayır gelmez Mahalli Kelimeler: Mahalli kelimelerden biri de “seki”, topraktır. Seki en az sekiz on yerde kullanılıyor. Seki, “basamağı sekmek” diyoruz, fiil anlamında “sekmek” diyoruz, yere konmuş çuvala “seklem” diyoruz. Başka, bazı evler de vardır, üzeri toprakla örtülü “seki altı” diyoruz. Bir tek seki kelimesinden 8-10 çeşit kelime üretmek mümkün oluyor. Bu bizim dilimizin zenginliğidir. Mutfak: Mut yöresinde davar yoğurdu toprak çömlek içine konup ağzı iç yağıyla dondurularak, havayla irtibatını kestikten sonra çömlek, toprağa konuluyor. Gözeneklerinden aldığı sızıntıyla katılaşıp kalıyor. Kış gününde ihtiyaç olduğunda ağzından kırılıp ihtiyaç kadar alındıktan sonra aynı şekilde kapatılıyor. Böylece kış gününde davar yoğurdu yeme imkanı buluyorsunuz. Mutfağımızda bir de bulgur hadisesi vardır. 1965'te bir heyet bizim bulgurumuzu incelemiş. Sebep şu, uzun sürecek bir nükleer savaşta Nato ülkelerinin yiyecek meselesi. Neden bulgurun üzerinde durmuşlar? Bulgur kaynatılmadan önce yıkanıyor, güneşte kurutuluyor, değirmenden çıkınca yine kurutuluyor, yemeden önce kaynatılıyor. İşte bizim mutfağımızın 1000 yıllık hediyesi.


Mezar kültürü: Ölümde en çok tabiiliğe yaklaşma hadisesi vardır. Cenazeyi yıkamada kullanılan “kevgir” isimli kabak, bıçakla açılmaz. Taşa vurulunca kendiliğinden bir delik açılır, su bununla ölü üzerine dökülür. Mezara gidersiniz cenaze kabre konur, taş veya mertek aralarına çamur konur, toprak cesedin içerisine dökülmesin diye. Orada da tabiiliğe dikkat edilir, çamur sıvanmaz, atılır. Ateş yakılır, söndürülmez. İnançla bağlantılıdır, cenazenin suyunun ısıtıldığı bu ateş kendiliğinden sönmeye bırakılır. Bu hem işarettir, ölü evinin belirtilmesi bakımından, hem de “ocak sönmesin” biri gitmiştir, bir başka daha gitmesin.

Köy mimarisi: Aşiretten yerleşime, Yörüklükten şehirleşmeye geçişte tarım arazisi kullanılmaz. Eski köylerimizin hiç birisi tarım arazisi üzerine kurulu değildir.

Düğün türküleri: Yörede klarnetle Cezayir çalınır. Neden Cezayir? Düğünde gelinin çıkış bölümüne bilerek monte edilen Cezayir türküsü, eskiden Cezayir’e gidenler geri dönmezdi de ondan. Anadolu insanı için bu bir manasız savaştır, Cezayir'e giderken gelin kocasını, ana kuzusunu geri dönmemek üzere yolcu etmiştir. Baba evinden çıkan kız da yeni evinin kadını olacaktır. Kadın baba evine tekrar gelmeyecektir. Orada bir niyaz vardır. “Al başınla git, ak başınla gel”, yani saçın ağarıncaya kadar buraya gelme.

Halk hekimliği: Cilt kanserinin yöremizdeki adı “gövündürme”dir. Yanmadan mütevellit gövünmedir. Gövündürme diye de bir ot vardır. Yüzde yüz tedavi edici özelliğe sahiptir. Kocakarı ilacıdır deyip geçilmemesi tavsiye edilir.

Hayvancılık: Mut'ta Alagöz adında Hacıahmetli köyünden bir vatandaş Silifke'de bir eve misafir olur. Evdeki kilimin üzerinde elini gezdirmektedir. Onun bu halini dikkatle izleyen ev sahibi “Ne oldu, neye bakıyorsun?” diye sorar. “Yahu bu çulun kılı benim davarın kılına benziyor da” diye cevap verir misafir. Sonraları araştırılır ki kilim, Alagöz Koca’nın davarının kılından yapılmadır. İşte yöre insanı, davarının kılını tanıyacak kadar dikkatlidir…

BİR KÖKLÜ GELENEK, YÖRÜKLER

Çağımızın hızla değişen koşulları Yörük-Türkmenleri’nin yaşamında donmuş kalmış gibidir. Uygarlığın nimetlerinden pek azını kullanırlar. Bolkarlar’ın karlarla kaplı koyaklarını her yaz, yurt yurt, yayla yayla, çadır çadır paylaşırlar. Dağların birliğini yüzyıllardan beri yalnızca onlar sağlarlar, gizlerini de bir tek onlar bilirler. En saf, en ak pınarların gözlerine yalnızca onların ağızları değer, onların gölgeleri düşer. Ağıtlarında Yunus Emre’yi, Pir Sultan Abdal’ı, sevinçlerinde Karacaoğlan’ı, masallarında da Dedem Korkut’u anlatır, söylerler. Poyraz ve rüzgar yanığı yüzleri, yeşilken kendi fidesinin üstünde kararan biberler kadar mor ve siyahtır. Boyları bodur çalılar örneği kısa, küt ve sağlamdır. Toros kayalıklarının direncini, özelliklerini taşırlar sanki. Giyimleri, kuşamları meyveli kiraz dalından farksızdır, abaları bir renk ve nakış yüküdür.

TÜRKİYE’NİN SON KONAR-GÖÇER OYMAĞI SARIKEÇİLİ YÖRÜKLERİ

Mersin’de Türkiye’nin son konar - göçerleri, Sarıkeçililer yaşamaktadır. Bugün geriye sadece 50 hanelik bir Sarıkeçili ailesi konar - göçer hayat sürmektedirler. Bir başka ifade ile topraksızdırlar. Hayatları, bütün bir yıl yayla-sahil konup göçmekle geçmektedir. Kışları Aydıncık - Silifke – Gülnar - Anamur sahillerinde; yazları da Konya’nın Seydişehir - Beyşehir yaylalarında kira ile yazlamaktadırlar.
Sarıkeçililerin bütün varlığı deve, davar ve deve sırtında taşınan ev eşyalarıdır. Sabah gün doğmadan çadırlar sökülüp, develere sarılır, öğleye yakın müsait bir alana çadırlar kurulur. Ertesi sabah aynı uygulama yenilenir. Bazı konaklamalar iki günü bulabilir. Genellikle göç yolları bellidir. Yolun geçtiği köylerin muhtarlığından geçiş izni alırlar. Her geçtikleri ilçede adamları vardır. Bu vasıta ile sürünün aşısı ve doğum ölüm gibi işlemleri yapılır.

Yolculukları süresince güneşe bakarak saatlerini tespit ederler. Kendilerince geliştirilen takvimlere bakarak ve geceleyin yıldızların durumuna göre hava tahminleri yapılır. Kimi fırtınalar yaklaştığında çadırlar kaldırılamaz, kimi belli günlerde de sürüler güneşe çıkarılmaz.

Düğün ve cenaze merasimleri en yakın köyde yapılır. Ölüleri hayvan sırtında yakın bir köyün mezarlığına taşınıp gömülür, ölüleri dağda bırakma adeti yoktur. Düğün için kız tarafı başlık alır. Başlık deve ve keçi olduğu gibi kısmen altın ve nakit para da olabilir.

Kış aylarında kaldıkları mevkiler, baharda göçtükleri yerler, hayvanlarının daha rahat etmesine bağlıdır. Hayvanların ölümüne neden olan kene yüzünden bir kış kışladıkları yurtluklara gelecek yıl konamazlar. Bir başka ifade ile her kış kışlakları, her bahar göç yolları değişecektir.

Her geçen gün tarım alanlarının genişlemesi, devletin orman dikim çalışmaları ve en önemlisi çağın gereği bu hayatı sona erdirmeye zorlayan etkilerle Sarıkeçililer hızla tükenmektedir.

BİR YERLEŞİK OYMAK: TAHTACILAR

Taşeli yöresinde tahtacılar da yaşamaktadır. Silifke (Kırtıl) Bahçe obası, Mut Köprübaşı, Kumaçukuru, Sinamış, Ermenek, Anamur Bozyazı (Bahçeyokarısı) ve Gür (Sarıkavak) Tahtacıları başlıcalarıdır.
Tahtacılar daima ormanlarda yaşarlar. Üç beş katırları ve merkepleri vardır.Yegane sermayeleri bu hayvanlarla baltaları ve bıçkılarıdır.

Mersin Kızılkaya’da yapılan söyleşide bir tahtacı erkeği şöyle aktarmıştır:
“15-16 yaşındayken ikrar verdiğimiz, dedelerimizin verdiği nasihatten çıkmamaya, eline, beline, diline deyi yemin ederdik. “İkrarın var mı, yok mu” derlerdi. Bir adam “ikrarım var” derse söylediğine de inanırlardı. “İkrarım yok” dedi mi “yularsız eşeğe benzer” derlerdi.

HALK MİMARİSİ

Mersin Evleri:
Mersin, bir 19. yüzyıl kenti olması nedeniyle daha önceki yüzyılların getirdiği geleneksel Osmanlı dokusuna sahip değildir.
Mersin evlerinde cephelere önem verilmiştir. Simetrik görünüşlü cephelerde ana giriş, bazen kemerlerin içinde yer alan, bazen üçgen alınlıkla taçlandırılmış, iki yanı sütunlu kapılarla vurgulanmıştır. Çift kanatlı pencerelerin yanı sıra, ikiz kemerli veya oval pencereler ve mutlaka bunlarda yer alan panjurlu kepenkler sokak cephelerinin değişmez özelliğidir. Kuşkusuz, bu cephelere hareket kazandıran en özgün öğe, giriş üstünde yer alan cumbalar ve balkonlardır. Bazen üçgen alınlıkla taçlanan cumbalar, konsolların taşıdığı ahşap, kapalı balkonlar, demir şebekeli açık balkonlarıyla Mersin evleri, 19. yüzyıl sonları konut mimarisinin tipik örnekleridir.

EL SANATLARI

DOKUMACILIK:
Mersin yöresinin bir Yörük cenneti olduğunu belirtmiştik. Bunların büyük bir kısmının toprağa yerleşmesine karşılık özellikle yaz aylarında yaylalara göç, vazgeçemedikleri gelenekleridir. Onların vazgeçemedikleri yalnızca göç değildir elbette, eski hayatlarının pek çok parçası ile birlikte dokumalarıdır aynı zamanda.Yörede, Mekikli, Mekiksiz, Çarpana ve Kirkitli dokumaların en güzel örnekleri dokunur.

A - KİRKİTLİ DÜZ DOKUMALAR
KİLİM:
Yöre dokumacılığının en güzel örneklerini veren kilimler, üzerindeki yanışlarla bir başka güzelleşirler. Bu yanışlar hiç bir yerde duramayan, göze en ufak ziyan vermeyen, gezgin, göçebe duygular, ürkek, çocuksu, saf renkler, bir uçtan öteki uca yanıp tüterek, kalın ısdar tarağının ağzından kurtularak, çılgınca akmışlar kilimin üstüne. Birbirinin içine girmiş, pişmiş renkler, düğüm ve ilmeklerle kardeşleşip kaynaşarak, sonsuzluğun içinde yok olup erimekte. Küçücük parçalardan oluşan nakışlar; yer yer sıçramalar yaparak, kusursuz bir bütünlük meydana getirmekteler.

ALAÇUVAL: Geç kızların çeyiz eşyası arasında baş sıralarda gelir. Çok zengin bir renk ve motif hazinesi halindeki ala çuvalların gerek motif gerekse renk uyumu yönünden, Türk kadınının iç dünyasına açılan penceredir diyebiliriz. Çadırların genellikle sağ köşesine konulur. Çadıra girişte rengarenk yanışlar bir tablo gibi insanı kendine cezp eder. Renkler ve motifler cıvıl cıvıl ötüşür, sıcak bir sevgi sarar ruhu; her yanış bir duyguyu fısıldar; sükunet, haz, aşk, dostluktur bu. Bir sıra yanış sizleri nazardan korumak için, bir sıra yanış sihirden korumak, biri güçlülüğünüze, biri sevdiğinize kavuşmaya hep dua edecektir.

KIL ÇUVAL: Ala çuvallar genellikle giyeceklerin korunma ve saklanmasında kullanılırken kıl çuvalları tahıl, yiyecek kapları gibi eşyanın taşınması ve konulmasında kullanılır. Atkılığı ve çözgülüğü kıldan oluşur. Üzerine esasen (yanış) konulmaz. Eğer yanış kullanılacaksa basit olduğu için bıtırak, sinek, meneğ, şakka yanışları tercih edilir.

UN ÇUVALI:Un çuvallarının atkılığı ve çözgülüğü yün veya pamuktur. İçine yiyecek maddeleri konulan bu çuvallar, deve veya eşeğe yüklenerek taşımada da kullanılacaktır. Bıtırak, sinek, şakka, meneğ, sığır sidiği yanışlarını çuval üzerine serpiştirilmiş halde her zaman görmek mümkündür.

ÇUL:Yörüklerde ev sergisi olarak çul yerine kilim kullanma geleneği zayıftır. Yer döşemesinde keçe kullanıldığını belirtmiştik. Buna rağmen sergi için veya eşya örtüsü için her aile birden fazla çula sahiptir.

SOMAT:Üzerine konan leğen içinde hamur yoğrulur. Saçta pişirilen ekmekler arasına konarak kuruması önlenir; kurumuş ekmekler elle sulanıp arasına konarak yumuşatılır.Yemekler, üzerinde yenilir.

SECCADE: İslamiyet’in kabulünden sonra Türk dokuma türleri arasına giren seccadeler, "farda" tekniği ile dokunur. Yani iki yüzü de aynı görüntülüdür. Genellikle "farda" ve "saksağan" yanışlarını kullanmak tercih edilmiştir.

HEYBELER: Çobanların içinde yiyecek taşıması, alış-veriş merkezlerinden karşılanan ihtiyaçların eve getirilmesi, yerleşim yerine uzak olan pınarlardan alınıp kaplara konulan suyun taşınması gibi pek çok fonksiyonu olan heybeler, bütün Yörüklerde vazgeçilmez bir dokuma türüdür.

MUZ LİFİYLE DOKUNMUŞ KİLİM: Bozyazı’da önemli bir ekonomik gelir kaynağı olan muz bitkisinin dış gövde kabukları sıyrılarak ince parçalara dönüştürülür. Bu parçalar suda uzun süre ezilerek yıkamaya tabi tutulur, lif haline getirilir. Biriken lifler güneşte kurumaya bırakılır. Kuruduktan sonra “eğirtmeç”le eğrilir ve ip haline getirilerek yumak biçimine dönüştürülür, “ıstar” adı verilen ağaç dokuma tezgahlarında değişik boy, ebat ve desende dokunur. Şimdiye kadar başka bir yerde örneğine rastlanmayan kilimden bugün için elimizde iki adet bulunmaktadır.

TÜLÜCE: Saçak yünler, ayrı ayrı renge boyanır. Düğümlemek için direziden geçecek yünler üçer kirtilir. Baklava dilimleri başta olmak üzere geometrik desenler verilir. Tülüce çobanları soğuktan koruyucu, soğuk havalarda ve yaz günlerinde dışarıda oturmak için yer yaygısı olarak kullanılır.

B – MEKİKLİ DÜZ DOKUMALAR:
ABA (Bİ-NAMAZ ABA):
Düz dokuma tekniğine girmek istediğimiz bu bölümde, Türkmenlerin büyük çoğunluğunun şalvar veya ceket olarak kullandığı “Aba”lardan kısaca söz etmek isteriz.
“Çulfalık” denilen dokuma aleti ile dokunur. Yaklaşık 50 cm enindedir. Kaldırıp bakıldığında arka tarafı görülebilir. Elyafların birbirine kaynaşması sonucu elde edilir. Başlangıçta soğuk su dökmek suretiyle bir saat süreyle bisiklet pedalı çevrilir gibi karşılıklı ayak tabanları altında ezilir. Daha sonra, salıncak ipi gibi yüksek bir yere asılır. İki ucu birbirine dikilerek arasına 20-30 kg ağırlıkta bir cisim konulur. Bu ağırlık depme sırasında meydana gelen kırışıklıkları nispeten telafi ederken; depmenin her tarafının da aynı düzeyde pürüzsüz olmasını sağlar (bir nevi ütülemedir). Asılı halde suyu da çekilmektedir. Depme için soğuk su yerine ilk anda sıcak su kullanıldığı taktirde “siğilenir” yani pürüzlenir.

SAVAN: Culfalık denilen yer tezgahlarında dokunur. Bu örtü, 60-70 cm olan üç enin yan yana dikilmesi ile istenilen boyda yapılmaktadır. Milli kültür değerlerimizden olan culfanlığın tarihi Orta Asya Türklerine kadar dayanır. Savan genellikle halı ve kilim üzerine serilen örtüdür.

Savanın dokunduğu culfalık tezgahında çeşitli giyecekler için “kumaş”, “battaniye”, “havlu”, “çıpıt” denilen yolluk, “güdük” denilen erkek gömlekleri, “peşkir” denilen yüz havlusu, “savan” denilen ince kilim, “göynek” denilen iç giyim ve dokunmaktadır.

C – KEÇE
Dokunmamışlar grubunda yer alan bir el sanatı ürünüdür. Yün yayda atılır. Çıkan belli miktardaki yün, yayın çubuğuyla (çirti) yerden yuvarlanarak bir kenara götürülür. Çirtiyle toplanmış bu yüne “Dulup” denilir. Yapılacak keçenin boyunda yere serilen çulun üzerine, yaklaşık 10 cm kalınlıkta duluplar yerleştirilir. Üzerine su serpilir. Amaç yünün birbirini tutmasıdır.

Kalıplaşan yün (keçe) yumruk büyülüğünde döşenmiş taşlar üzerine serilir. Bir kenarı yarım turla içe bükülür. 8-10 kadın bu bükülü kısma dizleri üzerine oturarak kollarının bilekle dirsek arasına korlar. Ellerini yakmayacak ısıda tutulan suya kolları altındaki keçe üzerine dökerken, kadınlar, hep birden bir ileri bir geri ezmeye başlarlar. Bu durum keçenin ilk başlanılan kısmından bitimine kadar sürer. Ne kadar tur devam ettirilebilirse keçe o kadar iyi olacaktır.

Keçeler kara çadırların üst, yanlar ve arka kısmının kapatılmasında kullanılır. Yağmuru geçirmez, soğuk ve sıcağı ayarlı tutar. Çobanlar için “kepenek” yapılır. Betonarme ve toprak yapılı evlerin tabanına serilerek soğuğun etkisinin azaltılması sağlanır. Hayvan semerlerinin iç kısımlarında kullanılır.

D- ÖRÜCÜLÜK
Bölgede Şiş, Tığ, İğne ve Mekik örücülüğü; Ayrıca, köy düğümü (bağlama), Ağ yapımı ve Bitkisel örücülük oldukça yaygındır. Bunlar arasında yer alan iğne oyalarından biraz bahsedelim:

İĞNE OYALARI: Daha çok Çamlıyayla ve Tarsus ilçelerinde yapılır. Ulamalar, (çokça namaz örtüleri için yapılan ve birli zincir şerit üzeride çiçek meyve vb. yerleştirilerek hazırlananlar); daha büyük yapılı ve baş süslemelerinde kullanılan hotozlar; göğse, başa takılan (bir veya birkaç çiçeğin buketi), saksı ve kır çiçeklerinden esinlenerek yapılan başörtü kenarlıkları başlıcalarıdır. Bunlar için stilize edilmiş bitkiler, çeşitli geometrik şekiller, sebze ve meyvelerden örnekler kullanılır. Ayrıca sembollerin de yer aldığı oyalardan başka “Türkan Şoray’ın Göbeği”, “Zeki Müren’in Kirpiği” gibi benzetmeler de yapılmaktadır.

MERSİN'DE MUTFAK KÜLTÜRÜ

Yörüklerde sabahları yufkadan daha küçük ve daha kalın biçimde “Bazlama” yapılır. İçine çökelek, peynir, kavurma, soğan, taze biber, domates gibi yiyecekler koyarak “Çomaç” ederler ve yerler. Buna “sıkma” da denir.

Et yemekleri çoğu vakit öğle yemeklerinde yenilir. Ramazanda iftar vaktinden yarım saat önce iftar sofrası hazırlanır. İftara, ateş görmemiş yemeklerle, zeytin tanesi, hurma, elma, incir gibi yiyeceklerle başlarlar.
Köylerde ve Yörük obalarında yemek yeneceği zaman yere sofra veya somat dedikleri dokuma bir yaygıyı serilir. Üzerine sini varsa konulur, yoksa sofranın kenarlarına kaşık ve ekmek konulur. Ailenin bütün üyeleri sofraya oturarak yemeği birlikte yer. Büyük kimse, yemeğe önce başlar.


YİYECEKLER

Mersin yöresinin kendine özgü, lezzetli yemekleri vardır. Yemeklerde buğday önem taşır, et ve sebze yemekleri de çok çeşitli aynı zamanda lezzetlidir. Sebze yemeği olarak ekili sebzelerin yanında kırda kendiliğinden yetişenler de tercih edilir.Mersin mutfağının temel özelliği bol baharatlı yemekleri ve yemek üstüne yenilen tatlılardır.

BUĞDAY VE BUĞDAYA DAYALI YİYECEKLER

Sosyal seviyesi ne olursa olsun, hemen her ailenin mutfağında buğday mamülü eksik olmaz. Özellikle bulgurun bu kadar yaygın olarak benimsenmesi öteden beri süregelen bir ananenin devamıdır. Çukurova'ya ilk yerleşmelerin, büyük çoğunluğunun göçebe olduğunu düşünürsek, bulgur ve ona verilen önem daha kolay anlaşılır.

Mersin'de bulgura dayalı yiyecek türlerinin başlıcaları: Analı Kızlı, Kısır, Batırık, Öğcel, Sini Köftesi, Fellah Köftesi, Lepe (Lapa, Yumurtalı Köfte, Susamlı Köfte, Etli Döğme Pilavı, Keşkek, Gavırga, Kapana Humus Yemeği, Erik Yemeği, Topalak Çorbası, Yüzük Çorbası, Tatar Çorbası.

YÖRESEL BİR TAT VE TARİFİ:

ARABAŞI

Yörede, kış aylarında yapılan bir yemek çeşididir. Tavuk pişirilir, tavuk suyuna bir miktar salça konur, kaynamaya bırakılır. Başka bir tavada biraz un, tereyağı ile kavrulur, soğumaya bırakılır.Yine bir başka kaba yağ konur domates salçası ve biber kavrulur ve kaynamakta olan tavuk suyuna eklenir. Soğumaya bırakılan kavrulmuş un da et suyuna karıştıra karıştıra konur. Küçük parçacıklara ayrılmış tavuk eti de ilave edilerek iyice kaynatılır. Arabaşı çorbasının en önemli özelliği acı olmasıdır. Bu nedenle kırmızı biber ve karabiber de ilave edilir. Piştikten sonra da limon da eklenir.

Bu arada hamur için tencerede su kaynatılır. Bir kişi kaynayan suda ayran çırpıcı kullanırken veya oklavayı iki el arasında döndürürken bir başkası, elenmiş yerli unu azar azar suya serper. Muhallebi kıvamına gelinceye kadar karıştırılarak kaynatılır. Parlak olması için, ateşten indirilmeden önce bir bardak soğuk su dökülerek biraz daha kaynatılır. Islak tepsiye boşaltılarak soğuyup donması beklenir. Servis sırasında baklava dilimi biçiminde kesilen hamur, çorba kasesinin yanında konuklara ikram edilir. Kaşıkla alınan hamur, çorbayla birlikte yenir.

Arabaşı bir çorbadır, şimdilerde tavuk çorbası adıyla lokantalarda satılmaktadır. Arabaşı uzun kış geceleri, vazgeçilmez bir eğlence kaynağıdır. Soğuk kış gecelerinde arkadaşlar arasında “arabaşı sırası” düzenlenerek kışın yükü hafifletilmeye çalışılır. Arabaşı sırası kendisine gelen ev sahibi sabahtan hazırlığını yapmaya başlar, tavuğunu keser, bulamacını çalar, çorbasını pişirir. Yüzük oyunu bittikten sonra siniler üzerinde bol acılı, ekşili, arabaşı çorbası gelir. Şakalaşa şakalaşa içebildikleri kadar çorbayı (bulamacı ile beraber) içerler.

ET VE SEBZE YEMEKLERİ:

Mersin'de “Et yemeyenin kuvveti azalır ve gözünün feri gider” diye bir inanç vardır. Bu sebeple et yemekleri beslenmede önemli bir yer tutar. Davar, koyun, deve, sığır ve balık gibi hayvanların eti daha çok yenir. Et yemekleri çok vakit öğle yemeklerinde yenir. Hayvanların geviş getirmeyenlerin etini yemezler.

TANTUNİ VE TARİFİ:

Mersin yöresinde yaygınlığını koruyan sıkma ve börek gibi yiyecekler kolay ve çabuk hazırlanmakta, ayaküstü yenilebilmekte ve hamur işi olduklarından uzun süre tok tutmaktadır. Özel yiyeceklerimizden olan kebap türleri de yörede ayaküstü yenilebilecek dürümler şeklinde hazırlanabilmektedir. Türkmen Sıkması, Kara kavurma, Et Sote, Sebzeli Kavurma’nın sentezinden oluşan Tantuni, Arapça yumuşak yemek manasına gelir.

Yörede en yaygın etli yiyecekler arasında yer alan Tantuni, dananın kaburga ve koldaki yağlı ve siyah kısımdan alınan nohut kadar doğranmış etinden yapılır. Et bir tepsi içinde suyunu çekinceye kadar haşlanır. Haşlanan et tepsinin kenarına çekilir. Müşteri talep ettiğinde pamuk yağı ilave edilerek kızartılır. Garnitürü soğan, domates, maydanoz ve naneden oluşur. Açık ekmeklerin orta kısmına sıra halinde soğan konur. Bunun üzerine ufak doğranmış domatesler, yıkanmış maydanoz ve nane yerleştirilir. Kızartılmış et kaşıkla bunların üzerine serpilir. Üzerine limon sıkılıp, tuz, kırmızı, acı, toz biber ekilerek dürüm yapılır. Oval dürümlük ekmek ortadan ikiye katlanarak yarıya kadar sarılır ve müşteriye verilir. İsteyene ayrıca bir parça limon, süs biberi veya biber turşusu verilir. Müşteri dürümü özel bir tutuş şekliyle yer. Tantuniyi ilk kez yiyenler bu tutuş şeklini bilmediklerinden, çokça tantuni suyuyla elbiselerini lekelerler. Tantuniyi yenilirken, dürümün iki ucu birleştirilerek tutulmalıdır. Bu da ilk kez tantuni yiyecekler için küçük bir sır.
Sebzeden yapılan yemeklerin hazmı kolaydır bu yüzden hastalara ve çocuklara daha çok yedirirler. Sebze yemekleri akşam daha çok yenilir. Yenilen başlıca sebzeler; Pancar yaprağı, Hardal, Semizotu (Tohum Eken-tokmakan), Ebegümeci, Akkulak, Kuzukulağı, (Ekşi kulak, İlibada), Kuş teresi (Kuş yemliği-tatlı ot), Semizotu, Küncü Güzeli (Cücü bağırsağı- Cücü gözü), Bahar otu, Tatlı ot ve Isırgan başlıca sebzelerdendir. Sayılan bu sebzelerle en çok Börek Yapılmaktadır. Semizotu, Karavak, Baharat otu, Kıvrışık, Küncü güzeli, (cücü bağırsağı, cücügözü), Selleme (suteresi)ve Lahanadan da Salata Yapılmaktadır.

YÖRESEL SEBZE YEMEĞİNE BİR ÖRNEK: GÖVELEZ

Gövelez soyulur, kırılarak bıçakla doğranır, üzerine limon sıkılır. Sulu salçalı olarak pişirilir. Ayrıca etli, nohutlu veya kuru fasülyeli de pişirilebilir. Ayrıca gövelez kızartması yapılır, üzerine cevizli, sarımsaklı ekşili tarator yapılır, kızartılan gövelezlerin üzerine dökülerek servis edilir.

Diğer bazı sebze yemekleri ise SUSAMLI TURP OTU YEMEĞİ, DOLMALAR ( Patlıcan, Domates, Kabak ve Dolmalık Biber), SARMALAR, BABUKANNUŞ’tur.

TATLI VE İÇECEKLER:

Tatlılar içinde Mersin’le özdeşen Cezerye üzerinde biraz durmak isteriz.

CEZERYE:
Türkiye’deki hemen her yiyeceğin kendine ait bir hikayesi vardır. Kimi yüzyılların mutfak geleneğidir, kimi merak sonucu bulunmuştur. Kimi de başka diyarlardan gelir adı zamanla yeni ülkesiyle; yeni ustasıyla anılmaya başlar. İşte cezerye bu son grupta yer alır. Cezerye hem Mersin hem de Halil Usta demektir.

Halil Ustanın çok ünlü cezeryesinin öyküsü, Mersin’in Kiremithane Mahallesi’ndeki ufacık bir evde başlar. Gün gelip de “yetti artık” diyene dek şekerleme ve helva imalatıyla uğraşır Halil Usta. Nedense kendini biraz kısıtlanmış hisseder. Daha özgürce dolaşabileceği, daha keyiflice sürdürebileceği bir işin peşine düşer. Aklına seyyar dondurmacılık gelir. Evinde dondurma yapmaya başlar ve bugün bile “Dondurmacı Halil Usta“ olarak tanınmasına neden olan ününü o yıllarda kazanır. Sonra dondurmacılık da yetmez Halil Ustaya, cezerye yapmayı koyar kafasına. Yıl 1961’dir. O zamanlar kilosu 5-10 liradan ve günde on kilo kadar satılmaktadır. Cezerye, içine havuç, şeker,çok az miktarda limon tozu ve kabukları soyulmak kaydıyla fındık, ceviz, badem, fıstık gibi kuruyemişler koyulan bir arap tatlısıdır.

Halil Usta’nın cezerye satış miktarı giderek günde bir tona ulaşmıştır. Ama hala mütevazı esnafın içtenliğiyle çok önem verdiği bir ayrıntıyı sık sık hatırlatıyor: “Bakın cezeryeyi Türkiye’ye tanıtan Bahriyelilerdir”. Buraya uzun olsun, kısa olsun askerliğini yapmaya gelen denizciler sayesinde Türkiye cezeryeyi tanıdı. Mersin’den evlerine dönerken yanlarında hediyelik bir şeyler götürmek isteyen, bizim cezeryeden alıp gitti.
Halil Ustanın 1974 yılında Ankara’da düzenlenen gıda fuarında en iyi besin olarak altın madalya kazanan cezeryesini Türkiye’nin diğer şehirlerinde ve yurt dışında bulmak ne yazık ki mümkün değil. Kaliteyi düşürmemek için ihracata ve başka kentlerde şube açmaya yanaşmıyor. Ama Mersin’e yolu düşenleri yine de dükkandan cezerye almaya ve ülkelerine götürmeye davet ediyor. Çünkü tatlı oda sıcaklığında 3-4 ay tazeliğini koruyabiliyor.

Mersinlilerin en çok sevdikleri tatlılar arasında Sarı Kabak Kompostosu, Palıza, Bandırma, Nuska, Un Helvası, Kerebiç ve Mamül de yer almaktadır.

İÇECEKLER:

Yöresel içecekler arasında KENGER ve KAHVESİ, SAMSIRA , HELEŞ, KARSAMBAC sayılabilir.

EKŞİ ELDE ETME

Yörede ekşiler çeşitli meyvelerden, farklı usullerle elde edilmektedir. Bunlar arasında Nar ekşisi en çok yapılan ve tüketilendir. Halk arasında renginden dolayı "Kara Ekşi" diye de anılır. Eylül-Ekim aylarında tam olgunluğa eren ekşi narlar toplanır zarı kesilerek daneleri koçanından ayrılır, alınan daneler bez bir torbaya konularak (bu iş için özel yapılmış ) bir teknede çiğnenir. Böylelikle çekirdeğinden ve posasından ayrılan şurup kaynatılarak ekşi elde edilmiş olur. Koruk, Sumak, Dut Kızılı, Dağ Eriği, Çökelek Ekşisi de diğer ekşi türleri arasında sayılabilir

SAKIZLIKLAR

Damla Sakızı:
Yörede “sakızlık” denen, sakız ağacının gövdesinden sızan özsu ilkin şeffaf bir sıvı iken hava ile temasından sonra katılaşmaya başlar. Çiğneme kıvamına kadar katılaşan sakızlar çocuklar, kızlar ve kadınlar tarafından toplanır. Toplama işlemi her mevsimde yapılabilir. Zevkle çiğnenen damla sakızın kendine has güzel bir kokusu ve lezzeti olur. Çiğnendikçe katılaşan sakıza bir parça balmumu katılarak kıvamı ayarlanır.

Kanak: 
Yaprakları tavşan kulağına benzer. İlkbaharda sarı çiçekler açar. Kanak bitkisi hemen her yerde olmadığı gibi tek başına da da olmaz.O bir aile gibi 80-100 kadar kök bir arada biter ki buna “kanak ocağı”denir. Kanaktan sakız almaya da “kanak kesme”denir. Kanak kesme işlemi Temmuz-Ağustos aylarında yapılır. Bu işi de genelde çocuklar ve genç kızlar yapar. Bütün sakızlarda ölçü birimi “gevim”dir.

İmezik:Çam ağaçlarından iki cins reçine çıkar. İlki sarı sakızdır. Bu acı ve yapışkan olduğundan çiğnenmez. Diğeri ise pembe renkli “İmezik”tir. Hem rengi hem rayihası hoş bir sakızdır, sünmez.

İNANMALAR

Mersin’de yetişen bazı bitkiler halk sağlığında da oldukça yaygın bir kullanım alanı bulmaktadır ve halk bu bitkilerle ilgili çeşitli inanışlara sahiptir. Örneğin; Hindiba, Ebegömeç, Isırkan, Sirken, Kuzukulağı, Gırnaz, Melötöre, Mantar, Kuzu Göbeği, Dolaman, Semizotu gibi turfanda otları yiyenlerin çok yaşayacağına inanılır.

HEKİMLİKTE KULLANILANLAR

Kenger dedikleri yabani Enginar’ın tazesiyle yemek yaparlar; bunun kemale gelmiş tohumları da kahve yerine içilir, basura ve linete iyi geldiği söylenir. Kök boya otunun kökü çay gibi kaynatıp içilirse sancıyı giderir. Taze Kekiten çıkarılan su içilirse sancı geçer. Nanenin yapraklarını kaynatıp çay gibi içmek sancıya iyi gelir ve hazmı kolaylaştır. Papatya ve hatmi çiçekleri de kaynatıp içilirse sancıya ve mide hastalığına iyi gelir. Güve otu dedikleri güzel kokulu ot kaynatılıp içilirse mide hastalığını giderir. Ebe Gömeci, Isırgan gibi otlar yenilirse bağırsak kurtlarını kırar. Mersin'de turfanda bir bitki yenilirse ömürün artacağına inanılır. Sebzeyi çok yiyenin derisi parlak olur.

PÜSE:
Çam odunlarının reçineli kısmından çıkarılır. Zeytin yağından daha koyu bir sıvı, siyaha yakın renkte kahve rengidir. Çok yapışkan, kendine has bir kokusu vardır. Yağda erir. Halk arasında “Kara Hekim” diye de anılır.

İltihaplı yaralara Püse ile sabun karıştırılarak pomat yapılıp sarılır. Yeni doğan bebeklerin göbeğine (düşünceye kadar) yağlı Püseye batırılmış bir kompres konur. Kabakulak’ta hastanın boynuna tuzlu Püse sürülüp deve yünü ile sarılır. Temreği (Ekzema)’de, Püse tuzsuz inek yağı, yumurta sarısı karıştırılıp pomat yapılarak her gün tatbik edilir Atların ayaklarında görülen bıçılgan (akıntılı bir yara) hastalığında Püse kullanılır. Hayvanlardaki uyuz hastalığı yağlı Püse ile tedavi edilir. Keçilerin ağzında Eski denen kuru kabuklu bir yara oluşur. Ona da yağlı Püse sürülür.

ZİFT:
Püse’den yapılır. Püse teneke kutularda alevsiz ateş (köz) üzerinde kaynatılır akide kıvamına gelince ateşten alınır. Zift katı ve siyah renklidir. Kulunç ağrılarına, Eyeği kemiği batmalarına, El Ayak çatlaklarına, yumuşatılarak zift tatbik edilir.

KÜL:
Kül meşe, pirnar gibi sağlam ağaç külleri çamaşır yıkamada suyun sertliğini aldığından sabunu iyi köpürtür. Yağı ve kiri erittiğinden temizlik kolay ve güzel olur. Yaraları tedavi edici özelliği vardır.

GİYİM KUŞAM SÜSLENME

Yörenin giyim kuşamında, öteden beri değişik etkiler görülmüştür. Ekonomik durum, etnik ayrılık, doğa koşulları başlıcalarıdır. Yöre nüfusunun büyük bölümünü oluşturan Yörükler yaşamın her alanında ve giyim kuşamda geleneksel özelliklerini büyük ölçüde korumaktadırlar.

Kadın giyimleri

Baş

Kadınlar başına dokuma kumaştan veya keçe’den yapılmış fes giyerler. Ön tarafı gök boncuklar ve altın pullarla süslüdür. Fesin alt kısmına alınlık dikilir veya bağlanır. Süslü ve altınlıdır. Kadının evli, bekar veya dul olduğu buradaki altınlardan anlaşılabilir. Gelinlerde sıra altınlar vardır. Genç kızlarda oyalar yer alır.Yaşlılarda ise altın dizileri olabileceği gibi gümüş dizilere de yer verilebilir. Fesin üstüne oyalı yazma örtülür.

İç Giyim

Çiğ iplikten, culfallık denilen dokuma tezgahında iç göyneği dokunur. Bej, krem veya beyaz renkte olur. Yaka kısmı göğüse kadar açık ve düğmelidir. Yaka kısmının kenarları “yanış”larla (nakış) işlenmiştir. Boyu diz üzerine gelecek şekildedir. Belden dize kadar olan kısım çeşitli desende ve renkte yanışlarla işlenmiştir.

Üç Etek

Meydani, Altıparmak ve Kemha denilen kumaşlardan yapılır. Uzun kolludur. Üçetek adı, bu giysinin belden aşağı olan kısmının 3 parçadan oluşmasından kaynaklanır. İç göyneğinin üstüne giyilir.

Trablus (Darabulus) Kuşak

Deniz yoluyla ve Göksu Irmağı vasıtasıyla bölgeye ticaret malı getirip götüren Arap, Beyrut ve Trabluslu tüccarlar tarafından getirilmiştir. İpek böcekçiliği sayesinde bölge kültürü üslubu içerisinde günlük yaşama geçirilmiştir. Renkli ipekten dokunur, uçları püsküllüdür ve üç eteğin üzerine bele bağlanır.

Bağcak

Keçi kılından yapılmış değişik renkteki ipliklerden örülür. Uç kısımları püsküllü ve boncuklarla süslüdür. Bele darabulus kuşağın üzerine, sarılarak uçları arka kısma sarkıtılır.

Cepken (Salta)

Kadife üzerine renkli sim işlemelidir. Önü açık ve kısadır, uzun kolludur.

Çorap

Kuzu yününden ağaç millerle örülür, genellikle beyaz ve krem renklidir, desenli olanlar da kullanılır.

Edik

Üstü sığır derisi altı köseledir. Tamamen el işçiliği ile yapılır. Genellikle kırmızı ve sarı renktedir.

Erkek Giysileri
Hoka (Başlık)

Kuzu yününden örülür. Orta kısmı başa geçecek şekildedir, uzun iki ucu vardır. Uçlar, soğuk havalarda boyuna dolanarak soğuktan korur. Genellikle krem veya beyaz renktedir.

Kıl Haba
Kuzuların güz yününden dokunur. Bu kumaşa “şayak”denir. Şayak yün ile tepilerek kalınlaştırılır. Elde edilen tepme şayaktan haba dikilir. Bu habaya ”beynamaz habası” diyenler de vardır. Yakasızdır. Kol altı kol yenine kadar yırtıktır. Yenler kıl iplerle bağlanır. Namaz için abdest alırken çıkarma kolaylığı sağlasın diye böyle yapılmıştır.

Şalvar
Kıl habanın kumaşından dikilir. Kalça kısmı geniş, paçalara doğru daralma görülür. Bel göklü bükme ve alacadan kesilmiş uçkurlarla bağlanır.

Gömlek
Çiğ pamuk ipliğinden çulfallık denilen dokuma tezgahlarında, beyaz ya da krem üzerine sarı veya mavi çizgili dokunur. Sarı çizgili olanlara “İpekli Bükme” mavi çizgili olanlara “Göklü Bükme” denir. Yaka kısmı “hakim yaka” dır..

Kuşak
Beyaz kuzu yününden örülür. Uçları püsküllü olup şalvarın üzerinden bele sarılır, bir ucu sağ taraftan aşağıya doğru sarkıtılır.

Çorap
Beyaz kuzu yününden tek bir ağaç mil ile örülür. Üst kısmında siyah ve kahverengi renklerde desenler işlenmiştir. Diz altına kadar şalvarın üzerinden çekilerek uçları ponponlu iplerle bacağa bağlanır.

SÜSLENME VE SÜS MALZEMELERİ

Süsleme işi çok pratik ve basittir. Gözlere, sürme çekilir; kaşlara rastık sürülür; ellere kına yakılır. Saçlar herhangi bir yağla yağlanıp parlatılır.

BUY (KOKU): (Trigonella faenum-greacum) dağlarda yabani olarak yetişen, baklagillerden Fasıl’a benzer bir bitkinin tohumudur. Haziran ayında olgunlaşan bitkinin tohumlarını bazı meraklı genç kız ve kadınlar toplayıp ipliğe dizerek kolye gibi boyunlarına asarlar. Devamlı kokar. Kendine özgü hoşa giden bir kokusu vardır.

SÜRME:Çıra parçaları toplanıp ateşlenir, bir bakır tabağın ters tarafı yanan çıranın alevine tutulur. Çıranın tabağa iyice sıvanan isi tabaktan başka bir kap içerisine sıyrılarak alınır, üzerine bir parça tuzsuz tereyağı veya bir iki damla zeytinyağı damlatılıp iyice karıştırılır. Sürmedenliklere konulup muhafaza edilir. İçine de kibrit çöpü boyunca bir süpürge çöpü parçası bırakılır. Göze sürme çekileceğinde o çöple çekilir.

RASTIK:Kaşları boyamakta kullanılır. Rastıktaşı denen bir madde iyice dövülerek toz haline getirilip biraz su ile karıştırılır, macun kıvamında kaşlara tatbik edilir. Buna “rastık yakma” denir. Rastık yakıldıktan sonra bir müddet (15 dakika kadar) beklenir, yıkanarak temizlenir. Kaşlar parlak siyah bir renk alır. Uzun müddet solmaz.

KINA: Meşhurdur. Çok eski zamanlardan beri bilindiğine dair notlar bulunmaktadır. Akdeniz sahillerimizde yabani olarak yetişir “Kına” denen bir ağaççığın yaprakları toplanıp kurutulur, dövülerek toz haline getirilir. Kullanılacağı zaman bir kap içerisinde biraz su ile karıştırılır, boyanması istenen yere (el, ayak, saç gibi) tatbik edilip sarılır. Buna, “kına yakma” denir, kına yakıldıktan sonra birkaç saat beklenir, yıkanarak temizlenir. Siyaha yakın kırmızı bir renk bırakır. Yıkamakla solmaz.

İNANMALAR: Baharda budanan bağ uçları ağlayıp gözyaşları dökmeye başlayınca Yörük kadınları budanan bağ uçlarının altına kaplarını koyarlar. Damlayan suları toplayarak bu suyla saçlarına yuyarlar; bağ suyuyla yıkanan saçların asma dalları, sürgünleri gibi uzun, gür olacağına inanırlar .

DÜĞÜN TÖRELERİ:Çevrede düğünler genellikle hasattan sonra yapıldığı için köyde hasat şenliğinin de havasını verir. Bu yönüyle düğünler köy halkının tamamını ilgilendiren bir toplum olayıdır. Düğünler haftanın iki bölümünde yapılır. Pazartesi başlayan Perşembe, Perşembe günü başlayan da Pazar günü biter. Yani gerdeğe girme gecesi pazartesi veya Cuma gecesine rastlar.
Düğüne davetler yapılır. Buna OKUNTU denir. Düğüne davet edilen kişiye mendil, çevre, çorap gibi el işlemeleri gönderilir.

BAYRAK: Düğün arifesinde oğlan evinin damına bir bayrak dikilir. Bu dışarıdan gelecekler için düğün evinin bulunduğu yeri gösterir. Bayrak direğinin tepesine mevsimine göre bir meyve dikilir.

TOMGAVİT: Yaşamakta olan bu kelime, oğlan evinden kız evine yiyecek ve sergi eşyası götürülmesi anlamındadır. Düğünde kız evinin misafirlere ikram edeceği yiyecek maddelerinin tamamı oğlan evinden (kılıf yengesi) denen yengeler vasıtasıyla götürülür. Aynı gün köyün delikanlıları topluca dağa gider ve düğünde kullanılacak odunları kesip getirirler.

DÜĞÜN YEMEĞİ: Düğünde yemek olarak (döğme) denilen kabuğu kavlatılmış buğdaydan yapılan (keşkek), soğanla yapılan (yahni) baş yeri işgal eder. Buğdayın kabuğunun kavlatılması da yine köy delikanlıları tarafından topluca yapılır. Kız evinin önünde veya yakınındaki dibek taşına konan ıslatılmış buğday karşılıklı iki delikanlının kullandığı (solgu) taşlarıyla dövülür. Dövme süresince de çalgı devam eder. Bu tören delikanlılar için aynı zamanda bir nevi kuvvet gösterisidir. Zira yorulmadan en çok solgu sallayabilen delikanlının seyircisi köyün genç kızlarıdır.

KINA GECESİ: Düğünün iki gecesi kına gecesidir. Kız evindekine küçük, oğlan evindekine de büyük kına denir. Kız evindeki kına biraz da olsa hüzün havası verir ve sadece kızın akrabaları arasında yapılır.
Oğlan evindeki (büyük kına) düğünün ağırlığını taşır. Çalgı ile kız evinden etrafı mumlarla süslenmiş tepsi içinde getirilen kına, odanın ortasında yan yana oturtulmuş güveyle sağdıcın eline yakılır. Bu merasim sırasında dua edilir.

Kına sırasında bir de meydan cümbüşü kurulur. Ortaya yakılmış ateş başında oyunlar oynanır, güreş yapılır ve geç saatlere kadar sürer. Güreşte belli bir kaide yoktur. Karakucak güreşi karakterinde önce küçük çocuklardan başlanır ve güreşe çıkan sırtı yere gelinceye kadar güreşe devam eder.

TIRAŞ: Gelinin ineceği günün sabahı tıraş düğünü kurulur. Önce güveyinin arkadaşları, en son da sağdıçla güveyi tıraş olur.

GELİN ALMA: Tıraştan sonra damatla sağdıcın dışında topluca kız evine gidilir. Gelin hazırlanırken oğlan evinden gelenler cirit oynar.
Kız hazırlandıktan sonra babası veya baba yerine en yakın büyüğü beline bir kırmızı kuşak bağlar. Bu kuşak besmele çekilerek üç kere bağlanır gibi yapılır ve bırakılır ve üçüncüsünde bağlanır. Bu kuşak kız tarafından ilk çocuğu oluncaya kadar saklanır.

Oğlan evinin önüne gelen gelinin başına, güvey ve sağdıç tarafından üzüm, leblebi ve para atılır. Bunun bereket getireceğine inanılır. Attan indirilen geline eşikte su dolu helke teptirilir, kayınvalide tarafından geline tam eşikte bir çivi çaktırılır. Çivi gibi evde otursun diye. Gelin de birlikte getirdiği bal veya pekmezi parmağını batırarak kayınvalidenin eteğine sürer.

Zifaf odasına giren gelin elindeki narı süratle yere çarpar. Parçalanan nardan dağılan danelerin eve bereket getireceğine inanılır.

Gelin indikten sonra çalgı susar ve bir daha çalınmaz. Gerdek gecesi gelinin bakireliğine işaret olarak sağdıç tarafından bir el silah atılır. Silahtan sonra gelinle birlikte gelen kızın yakını gönül huzuru içinde eve döner.

Şimdi sosyal yapıdaki süratli değişmeyle ekonomik şartlar, toplumun diğer yönlerinde olduğu gibi düğdün geleneğini de büyük çapta etkilemiştir

SÖZLÜ EDEBİYAT GELENEĞİ

KARACAOĞLAN: Karacaoğlan, Türk Milleti’nin en şöhretli ozanıdır. Çünkü O’nun şöhreti Türkiye sınırlarını aşarak Avrupa’ya ve Asya’ya yayılmıştır. Bu nedenledir ki musikinin hangi türüyle uğraşmakta olursa olsun, bütün bestekarlar, Karacaoğlan’ın şiirlerini besteleme yarışına girmişlerdir. Halen Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği, Hafif Türk Müziği, Tasavvuf Musikisi ve hatta Klasik Batı Müziği dallarında uğraş veren sanatçıların hepsinin repertuarında Karacaoğlan vardır.

Mut ilçemiz, yıllar önce, Karacaoğlan konusunda en etkili ve gerçekçi çalışmalar yapmış ve Karacaoğlan’ın mezarını Mut’ta olduğunu kanıtlamıştır. 1962’de başlatılan Karacaoğlan’la ilgili düzenlemelerin içerisinde, ulusal ve uluslararası seviyede 22 defa da bilimsel kongre sempozyum yapılmıştır. Bunların en önemlisi 1975 yılında Ankara ve İstanbul’da gerçekleştirilen uluslar arası Karacaoğlan Seminerleri’dir. Zira o tarihte, bütün Mut adeta seferber olmuş Ankara ve İstanbul’daki etkinliklerle, Mut Türkmen – Türk kültürünü bütün dünyaya öncelikle de Türkiye’ye tanıtılmıştır. Karacaoğlan’ın bir dörtlüğü ise şöyledir:

Ala gözlerini sevdiğim dilber,
Şu gelip geçtiğin yerler öğünsün,
Kadir Mevlam seni öğmüş, yaratmış;
Nasibi olduğun kullar öğünsün.
Mersin’in yetiştirdiği daha pek çok halk ozanı bulunmaktadır. Bunlar arasında AŞIK HÜSEYIN; Mut"un Köprübaşı köyündendir, KARA FEYZI; Mut'un Hocalı köyündendir, NATUVANI; Natuvani hakkında Mersinli olmasından başka bir bilgimiz yoktur SERDARI; Gülnar'ın Zeyne kasabasındandır, İRFANİ; Halk arasında “Urfani”diye anılır. Doğum-ölüm tarihlerini bilmiyoruz. Ancak 19. yy’da düzenlenmiş cönklerde şiirlerini görebildiğimize göre 19. yy. ozanı olduğu sanılmaktadır.

DEYİŞ-DEYİŞETLER

Sözlü edebiyat geleneğimizin kök derinliği yönünden en eski unsuru sayabileceğimiz ATASÖZLERİ ve DEYİŞLER; dil yapısındaki yüzyılların bozamadığı arılık, kullanış yaygınlığı gibi özelliği yanında, zaman içinde sürekli üreyen bir niteliğe de sahiptir. Akan zaman ve değişen sosyal yapı içinde maddi ve manevi birçok folklor ürünü eriyip gider, en azından nitelik değiştirirken; Atasözleri ve deyimler özünü, arılığını, aktüelliğini korumakta, sosyal değişimlerin getirdiği değer yargılarıyla yeniden malzeme kazanıp zenginleşmektedir.

Masal geleneğimizi besleyen sosyal yapı değiştiği, hatta Anadolu’nun bazı bölgeleri hariç tamamen ortadan kalktığı için yeni ürünler bekleyemiyoruz. Aynı ölçüde olmamakla beraber, halk şiiri geleneğimizin üremesi de cılızdır. Zira bu kültür ürününü besleyip barındıran zemin gittikçe daralmaktadır.

Halk müziğimiz ve koreografik tespitlerle doldurulan halk oyunlarımızdan da kendi doğal karakteri ve üslubu içinde bir üretkenlik bekleyemiyoruz. Ama yaşama kuralı ve felsefesini kendisi var etme durumunda olan halk kesimi, sosyal bünye içinde varlığını koruduğu sürece; Deyişat dediğimiz bu kültür ürünü bir yandan esprisini koruyarak kendini yenileyerek, bir yandan da yeni koşulların getirdiği kaçınılmaz değer yargıları bularak üreyecektir.

Tükenme yerine üreme gösteren deyişat geleneğimizdeki büyük zenginliğin temel faktörünü de açıklığa kavuşturacağını sandığım bazı örneklerle bu üremeyi belirlemek isterim.

“Acemi nalbant gavur eşeğinde beller” deyimi, sırasıyla gavurun da, eşeğin de, dolayısıyla nalbandın da kaybolduğu bugünkü sosyal yapı içinde aynı vurgulamayı sağlamak için yeni malzeme bulacaktır, bulmuştur da:
“Berberliği benim sakalda belledi”
Bölgedeki DEYİŞAT bolluğunu teşvik eden unsurlardan bir önemlisi de sanıyorum yaşantının zorlamasıdır.
Denilebilir ki yöre halkı her olay veya sohbet sırasında, yeri gelince “DEYİŞAT” kullanmayı, manevi bir gıda saymaktadır.
Arıyı sattık, balı bakkaldan alıyoruz.
Bakmayla bellense köpekler kasaplık beller.
Ilgın ağacından odun, cingan kızından kadın olmaz.
Süphanekede kırk yanlışı var; böyük cami de imamlık umar.

BİLMECELER

Mersin’de uzun kış gecelerinde kadınlar ve çocuklar arasında söyleşilir. Bilmeceyi bilemeyen taraf diğer tarafa bir köy veya şehir verir.
Benim bir sandığım var asılı içinde mercan basılı: Nar
Sarıca oğlan sarkıp durur, düşeceğim diye korkup durur: Portakal
Al bula boyadım, ananın önüne dayadım: Pamuk eğirdikleri çark
Tap tapılayık tapılayık, tapılayığın üstünde muşulayık, muşulayığın üstünde ışılayık, ışılayığın üstünde kolancık, kolancığın üstünde alancık, alancığın üstünde ormancık, ormancığın içinde bir küdük domuz: Ağız, burun
Kat ekmek kat ekmek, içi dolu bal ekmek: Kitap
Çıktım gittim tepeye, elim battı kınaya: Siyah dut
Küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk:Limon
Yer altında sakallı baba: Soğan
Dağdan gelir taştan gelir, eğerlenmiş aslan gelir: Kaplumbağa

DUALAR VE İLENÇLER

DUALAR
Kendimizle ilgili: Kabrimi dar eyleme , işimi gücümü zor eyleme, kabirde beni şaşırma, zebanileri başıma üşürme yarabbi..
Kabrimi bol eyle, cennetine yol eyle, etrafını gül eyle, kokayım durayım Yarabbi. Sırat’ı yel gibi uçur, yıldırım gibi geçir, havuzu kevserden içir yarabbi.

Başkalarıyla ilgili: Baş ucun pınar olsun, ayak ucun göl olsun. Hakkım varsa birden bine kadar hepsi helal olsun. Taş diye yapıştığın sarı altın olsun. Yat baş ucunda bul; kalk, ayak ucunda bul.

İLENMELER:
Bayrağın dikili, esvabın kes’li kalsın.
Boyun bostana höyük olsun. ( höyük= korkuluk)
Çorun çocuğun it yalağından tene toplasın.
Evinde bacanda baykuşlar tönesin.
Haram olsun, hart olsun kara ciğerine dert olsun.

EFSANELER

GÖKSU KÖPRÜSÜ EFSANESİ: Göksu Irmağı’na bir köprü yapılıyormuş. Fakat bir türlü bitmiyormuş. Şöyle ki, akşama kadar yapılan iş sabaha hiç yapılmamış gibi oluyormuş. Bunun üzerine köprüde çalışan işçiler toplanıp adakta bulunmuşlar, aralarında şöyle bir konuşma geçmiş. Bir kişi sabaha kadar nöbet tutacak ırmağa sabah ilk kim su almaya gelirse o kurban edilecekmiş. Tesadüf bu ya, ilk gelen kişi de ustanın karısı imiş. Kadını kıskıvrak yakalamışlar, kadın çocuklarıma bir bakayım, onların karnını doyurayım diye kurtulmak için bin türlü bahane uydurmuş ise de kurtulamamış. Köprünün bir ayağının içine kadını koymuşlar ve etrafını örmüşler. Sonunda köprü bitmiş. Rivayete göre kadının iniltisi hala duyuluyormuş.
Bilgi alınan kişi: Şenel Keskin, 1952 doğumlu.

MANİLER

Kara kara böcekler
Duvarı delecekler
Sevmediğin oğlana
Zorla mı verecekler
Cama cam eklenir mi
Camda yar beklenir mi
Üç ay değil sevdiğim
Yirmi ay beklenir mi?
Mersin’in portakalı
Pahalıdır pahalı
Böyle güzel görmedim
Ben anamdan doğalı

NİNNİLER

Folklorun bir parçasıdır ninnilerimiz. Ninelerimizin bir mirasıdır bize. Her ninninin bir öyküsü vardır mutlaka. Bir sevincini, bir üzüntüsünü dışa vurmak isteyen ninni söyler, güler ninni söyler, ağlar ninni söyler Anadolu kadını. Dil bilmez bebesiyle paylaşmak ister duygularını. Başkalarına açamadığı dertlerini ninnilere döker. Öylesine güçlüdür ninnilerimiz. Taş bebeğe can verecek kadar…
Kaşları kara gözleri erik ninni
Anası köylü babası yörük ninnni
Kaşları var enli enli ninni
Yanağının ucu benli ninni
Ninni dedim uyuttum ninni
Kadir mevlam bunu sen büyüttün ninni.


TEKERLEMELER

Masal dünyasına ayak basacak dinleyiciyi gerçek-üstü ve gerçek-dışı havaya alıştırmak için bir giriştir. Mersin’den derlediğimiz bir örnek verelim:
Ne tarlamız vardı, ne darımız. Ne kovanımız vardı, ne arımız “ Kim dermiş ki bal demekle ağız bal olmaz” diye “böyle çingenece fal olmaz” diye
Bir gün bir arı gelip kondu başıma, görünce girdim yeni bir yaşıma. Bir gözümden bal akıyor, bir gözümden kaymak. Dünyalar değer bir kere tatmak. Gayrı ne kirmen eğirdim, ne davar çevirdim. Her işi bir yana serip bir arıyı güttüm. Bağ bağ gezdirip, bahçe bahçe büyüttüm. Her çiçekten bal aldı, yaprak aldı, dal aldı. Velâkin yumurcağın biri bir taş attı, ayakları kırıldı. Bağladım olmadı, yağladım olmadı, bir türlü bir şifa bulmadı. Nihayet dolandım bayırı dağı, getirdim bir ceviz yaprağı. Sardım sarmaladım inceden ince; ne ağrı kaldı, ne sızı, bence...


SEYİRLİK OYUNLAR

Köy seyirlik oyunları, tarih boyunca göçlerden, çeşitli kültürlerden ve birikimlerden etkilenmiştir, Düğünlerde, özel günlerde ve zaman zaman köye-beldeye gelen saf, misafir veya yolcuları oyuna katmak üzere “hadi bir oyun çıkaralım” diyen muzip insanlarla geniş odalı evlerde, meydanlarda icra edilmektedir.
Düğünlerde oynanan Arap oyunu, Gemi oyunu, Deve oyunu, Hakim oyunu, Ayı ve katır oyunları, Samıt, Kasap, Değirmen üğütme, Sinkurdu, Kuşaktan çekme oyunları gibi diğer oyunlardan bazılarıdır.
Mut’tan Derlenilen Bir Oyun

KÖŞKER
Usta: - Bu vatandaşların ayağı hep yalın gelmiş.
Çırak: - Ne yapacağız ya..
Usta: - Çizme dikeceğiz.
Çırak: - Çizme dikelim.
Usta: - Bunlar eskimiş
(Bir vatandaş ayakkabısının birini çıkarıp ustaya verir)
Köylü: - Al gardaşım yazıcı kimse, yazıversin.
Bir başka köylü: - Ben bir körüklü çizme yaptıracan.
Usta: - Yaz oğlum. Ufaklığa bir körüklü çizme
Bir başka köylü: - Başka neler yaparsınız.
Çırak: - Lastik ayakkabıdan tut, körüklü çizmeye kadar yaparız.
Köylü: - Yapın bahalın da görelim.
Usta: - Gel oğlum, tezgahı kuralım.
(Kalfasını, el ve dizlerini üstüne yatık vaziyete getirerek ayağının birini kaldırıp, kendi boynunda dolaştırdığı iple bağlar. Kendisi de kalfanın sırtına oturur. Kaldırdığı kalfanın ayağı örs olarak kullanacaktır. Çekiç yerine de kendisi, eline aldığı bir tahta parçasını kullanır.
Usta: - Şap, şap; tak, tak.
Çırak: - Uf, yeter bee...
Oyuncu başı: - (seyircilerden biri) Eyiden irengi etmen oğlum. (Usta elndeki tahta parçası –çekiç ile çırağın ayak tabanına –örse- vururken, çırağı ayağının acımasından dolayı bağırmaya başlar. Bazen de usta mahsus ayağa vuaracağım diye çırağın kalçasına vurur. Tabii bu pozisyonda gülüşmeler ayyuka çıkar.)
Bir köylü: - Oynn, usta. Sana bir haber getirdim!.
Usta: - Neymiş, deyiver baham?
Köylü: - Eben ölmüş!.
Usta: - Hıı..!!..
Köylü: - Eben ölmüş derin yahu.!
Usta: - Allah rahmet eylesin nöörelim.
Köylü: - Anan da ölmüş!!
Usta: - Nöörelim.
Ustanın oğlu: - Amcam ölmüş!!
Usta: - Nöörelim
Ustanın oğlu: - Hii, hı, hı, hı. (ağlar)
Usta: - Ne oldu oğlum, neye ağlaşın?
Oğul: - Anam ölmüş!
Usta: - Neeeş Anan mı ölmüş. (Yerinden fırlayıp evine koşmak ister. Ancak, alttakinin ayağı iple boynuna bağlanmış olduğundan usta koşarken alttaki de ağız üstü ustanın peşi sıra sürüklenir. Bu pozisyon oyunun özüdür. Sürünenin tavrı seyircileri aşırı derecede güldürür.

NAZAR DEĞMESİ
Nazarla İlgili İnançlar: Nesiller boyu ağızdan ağıza söylene gelmiş, günlük yaşantımızda hemen her zaman rastladığımız bir inanç vardır ki,biz bunu nazar kem göz ya da göze gelmek deyimleriyle ifade ediriz. Sağlıklı bir insanın aniden hastalanması ya da bir kaza geçirmesi, mutlu bir yuva üzerine kara bulutlar çökmesi, tarladaki mahsulün zarar görmesi, iyi süt veren bir ineğin sütünün azalması hallerinde nazara geldi, göze geldi sözlerinin sık sık kullanıldığını görmekteyiz.

Cansız Varlıklara Nazar Değmemesi İçin Yapılan Pratikler: Evlere, kapılara, mekik, at nalı gök boncuk, nazar boncuğu, küçük çocuk ayakkabısı, üzerlik, kaplumbağa yavrusu, tesbih çalısının çatal kısmı, iğde çekirdeği, zeytin yaprağı asılır. Kapılara, seccadelere, el motifleri yapılır. Kara çalı dikeni ile (S) harfi birbirine delinip takılarak görünen bir yere asılır. Tarla ,bağ ve bahçelere öküz başı, gök boncuk, köpek kafası, at nalı asılır. Mührü Süleyman şeklinde kurşun dökülerek tarlaya gömülür. Çaltı ağacının da kötü gözün etkisini yok ettiğine inanılır.

HALK MÜZİĞİ: Türkmen ezgileri; estetik, üslup ve ifade bakımından çok zengin bir niteliğe sahiptir. Öyle ki; yaşam süreci içinde geçen en yalın, en değersiz konulardan tutun da, en yükseklerine, yurt ve ulusla ilgili tarihsel ve toplumsal olaylara, efsaneleşmiş halk kahramanlarına kadar her şey onun ifade alanına girer.

Mersin’de türküler bir hayli renklidir. Bu renklilik kıyı ile yaylaların, birbirine yakın olması ve yerleşim birimlerinin de yakın zamana kadar konar-göçer olarak hayatlarını devam ettirmesinden kaynaklanmaktadır. Konar-göçerlilik kültür etkileşiminin en büyük unsurlarındandır. Bu etkileşim haliyle yukarda bahsettiğimiz renkliliği getirmiştir yöreye.

Mersin’de çalınıp söylenen türküler
1-Bozlaklar (Uzun havalar)
2-Ağıtlar
3-Kaşık havaları
4-Mengiler
5-Samahlar
6-Zeybekler hemen karşımıza çıkacaktır.
Silifke Yöresinden İki Türkü
Yayla Yolları
Yayla yollarında göç katar katar
Öğründen ayrılmış bir palaz öter
Bu ayrılık bana ölümden beter
Ağlaşalım ayrılığın günüdür

Keklik
Keklik olsam yuva yapsam
Ben de dağlara bağlara
Ben yarimi alsam kaçsam
Yüce dağlara dağlara

HALK OYUNLARI
 
Günümüzde bütün oyunlar kız, erkek ayrı ayrı oynandığı gibi karma olarak ta oynanmaktadır. Açık - kapalı yerlerde ve sahnede oynanılmaktadır.
Oyunlar 3 türlüdür.
1. Çalgı eşliğinde oynanan oyunlar
2. Çalgı ve söz eşliğinde oynanan oyunlar
3. Efsanesi veya öyküsü olan oyunlar

Bölgenin geleneksel çalgısı davul ve kemene (kabak keman)’dır. Koltuk davulu ile kemanenin bıraktığı boşluk kaşıkla doldurulmuş, böylece oyunlar kaşıkla ritim kazanmışlardır. Oyunların önemli bir bölümü de zeybek türüdür. Ancak bu zeybekler de etnik karakter yanında coğrafyanın getirdiği bir kıvraklığa kavuşmuştur.

Mersin’de diğer bir oyun çeşidi de semahlardır. Semahlar, Bağlama eşliğinde oynanan türkülü bir oyun türüdür. Genelde oyun üç bölümlüdür. Ağırlama, yeldirme ve koğdurmadır, Turnalar Semahı, Garipler Semahı, Kırklar Semahı gibi çeşitleri vardır. Mersin ilçe merkezine bağlı köylerde semahlar genel olarak Tahtacı denilen, geçimini katırlarıyla tomruk çekerek temin eden gruplar tarafından oynanan dini oyunlardır. Mersin’de semah oynanan bölgelerde diğer bir oyun türü de Mengiler’dir. Mengiler de semaha benzer ve toplu oynanan oyunlardandır ve dokuz zamanlıdır.

KAYNAKÇA
1. Celal Necati ÜÇYILDIZ. Taşeli Yöresinde Tahtacı Türkmenleri’nde Gelenekler. İçel Kültürü, 1992.
2. Günsel RENDA. Mersin Evleri. TC.kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1995.
3. Hilmi DULKADİR. İçel İli Folklor Bibliyografyası, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1995.
4. Hilmi Dulkadir. Mut ve Çevresinde Milli El Sanatlarımız (Istar Dokuma) Dokuma Tekniği – Çeşitleri – Motifler, Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 1985.
5. Hilmi DULKADİR. Mersin Kızılkaya Tahtacılarından Derlemeler. İçel Kültürü Dergisi, 1992.
6. Mehmet ÖNDER. İçel’in Folklor Güldestesi, İçel Kültürü Dergisi, Ocak 1987.
7. Osman ŞAHİN. Son Yörük, Berfin Yayınları,1992.
8. Osman ŞAHİN. O kilimlere O nakışlara İçel’de Kültür, Mersin Kültür Müdürlüğü Yayın Organı, 1994.
9. Osman ŞAHİN. Mersin’de Kültür, Mersin Kültür Müdürlüğü Yayın Organı, 1993.
10. Sıtkı SOYLU. Atasözleri- Deyişetin Yöresel Biçimi Ve Türeyiş Faktörleri Üzerine Bir Araştırma, Silifke Haber Bülteni, Silifke Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğü Yayın Organı, 1984.